top of page
Ara

Boş Buzdolabı

Bundan seneler önce, bir gün kuzenimle birlikte yemek yerken kapı çaldı. Açtığımda hiç tanımadığım bir kadın ve yanında iki tane de adam vardı. Onların kim olduğunu görür görmez anladım. Bir avukat, iki haciz memuru…

Neden geldiklerini bile sormadan içeriye aldım onları. Kuzenimin şaşkın bakışlarından hiç etkilenmeden, sanki beklediğim misafirlerim gelmiş gibi onları içeriye davet ettim. Babamın aylardır eve gelmemesinden almıştım zaten fırtınanın yakınlarda olduğunu. Nasıl da kolay adapte oluyor insan her yeni şeye. Hiç alışamam sandığın, ‘ben nasıl ona dönüşürüm’ diye ahlar vahlar ettiğin insan oluveriyorsun. Eğer gerçekten parasızlıkla sınanmak için geldiysen bu dünyaya ve henüz çok küçükken başladıysa eğitim, içinin derinlerinde taşralı ne kadar acı varsa hepsi tek tek şehirli bir tüccara dönüşüyor…

“Yetişkin birisi yok mu?” dedi avukat. Ne biçim de güldüm içimden gözlerimi kısa kısa. “Yetişkin benim” dedim. Anlamadı ne demek istediğimi. Annemleri korumak istiyorum sandığından o da gülümsedi ve dedi ki; “Annen ya da baban olsa daha iyi olurdu”. Evet, daha iyi olurdu ama maalesef yoklardı. Bana, “o zaman iş bize düştü” dedi. “Sen buzdolabını boşalt, ben de diğerlerine bakayım”.

Yıllar önce, ben henüz ilkokula giderken ilk kez bir avukat ve iki haciz memuru kapıyı çaldığında o gün kapıyı açan annem olmuştu. İçeriye geldiklerinde annemin nasıl ağladığını görmüştüm. O zamanlar haciz memurları sadece beyaz eşyaları değil koltukları bile götürüyordu. Anneme, “sandıklı koltuklarının altını boşalt” demişti avukat. Annem de canının nasıl yandığını göstermek ister gibi bağırmış, “sen almaya geldin, kendin boşalt” demişti. Avukat hiç sesini çıkarmadan tek tek kendisi boşaltmıştı tüm yorganlarımızı, battaniyelerimizi, kışlıklarımızı, anılarımızı… Bense bir adım ötesindeydim onun ve çıkarttığı her şeye uzun uzun bakmıştım. Daha önce hiç görmediğim yorganlar, nevresimler... Bir de çok sevdiğim montum… Annemin onu oraya koyduğunu hiç bilmiyordum, bilseydim çoktan çıkarırdım ben zaten onu koltuğun altından.

Koltuklarımızla birlikte tüm beyaz eşyalarımızı götürdüklerinde her gün okuldan heyecanla dönerdim eve. Çünkü her gün, “koltuklarımız ne zaman gelecek” diye sorduğumda annem hep aynı cevabı verirdi; “yarın gelecek”… O yarın hiç gelmedi. Kim bilir kaç ay sonra babam bambaşka koltuklar getirdi eve, başkalarının anılarıyla birlikte... Bana bir oda yapacaklar diye beklerken başka çocukların üzerinde uyuyakaldığı koltuklarla yetinmek zorunda kalmıştım.

Şimdi ben de annemin seneler önce yaptığı gibi, buzdolabını avukata mı boşaltsaydım? “Sen almaya geldin, kendin boşalt” mı deseydim?

Yapamadım. Tek tek çıkarmaya başladım dolaptakileri… Yanıma geldi, “büyüyünce ne olacaksın” diye sordu. “Psikolog” dedim. Birkaç dakika yanımda sessizce beni izledikten sonra ellerimi tuttu. “Bak” dedi, “şimdi hiçbir şey almayacağım. Ama babana söyle borcunu ödesin yoksa tekrar gelmek zorunda kalırım”. “Tamam” dedim ama aslında tek yapmak istediğim o anı kurtarmaktı. Hiç inanmadı. Bana değil, babama inanmadı. Kim bilir kaç kişinin kapısını çalmış ve kim bilir yüzde kaçının evinden böyle çıkıp gitmişti. Elleri boş, içini ikiye ayırmış, çocuğuna acımış, babasına inanmamış… Bıraktılar haciz memurları toplamayı, toparladılar kendi eşyalarını ve çıktılar kapıdan. Arkalarından bakarken aklım peşlerine takıldı, ben de onlarla birlikte köşedeki sokaktan döndüm ve gözden kayboldum. Sonra kapıyı yavaşça kapattım, masada yarım kalan yemeğimi bitirmek için mutfakta beni bekleyen kuzenimin yanına döndüm. Soru soran gözlerini görmemek için kafamı eğip çatalımı, içimi kemiren hayaletlerin ruhuna saplar gibi makarnama saplayıp yemeğe devam ettim…

14 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yaprak

bottom of page